Başrollerde, okulunu yarıda bırakıp babasının işlettiği bağa gelen ama öncelikli olarak herşeyden eğlenecek birşeyler çıkaran Bo Barrett karakteriyle Chris Pine, inatçı ve kendini eski karısına kanıtlamaya çalışan Jim Barrett rolünde Bill Pullman, iyi kalpli, seksi ve aranan internümüz Sam rolünde Rachel Taylor ve Meksikalı bağ çalışanı, yetenekli ve hırslı Gustavo Brambila olarak ise Freddy Rodriguez'i izlemekteyiz.
Bottle Shock'u yüzüm gülücükler içinde izledim. Büyük çekişmelerin olmadığı, kötü olayların kısa sürdüğü ve filmde bize iyi olarak tanıtılanların sonunda istediklerini aldıkları durumlarda bu hali alıyorum. Senarist ve yapımcı bir araya gelerek bu konudan eğlenceli ve güzel bir film çıkacağına karar vermişler. 1976 yılına kadar Fransız üreticilerin tekelinde olan şarap sektörünün tüm dünya şaraplarına açılması için ilk adım olan wine tasting yarışmasında Napa Vadisi, CA şarabı olan Chateau Montelena birinci olunca bu olay Time dergisine bile haber olacak büyüklüktedir. Hatta bu yarışmayı düzenleyen Steven Spurrier filmin sonlarında şöyle der:
-Sözlerimi yaz Maurice
Şaraplar içeceğiz...
Güney Amerika'dan.
Avustralya'dan. Yeni Zelanda'dan.
Afrika'dan. Hindistan'dan,
Çin'den.
Bu bir son değil, Maurice.
Her şey daha yeni başlıyor.
Geleceğe hoş geldin.
Tabi bu konuyu anlatabilmek için senaryoda öncelikle bağda geçen olayları izlemeli, Jim ve Bo ile bir yakınlık kurmalıyız ki yarışmayı onların kazanmasına sevinelim. Zaten hikayenin sonundan bizim de haberimizin olduğunu bilen senaryo yazarımız o aşamaya kadar bize sıcacık bir film izletmeye çalışmış, bunu başardı da. Ama bu hakaye çok daha iyi bir şekilde sinemaya aktarılabilir miydi? Bence evet. Bo'nun hippivari hareketleri beni çok eğlendirdi. Barmaid'i çok sevdim ayrıca, bazı barlarda bu şekilde hem çekici hem de akıllı kadınlar olduğunu bilmek güzel. Sam the Intern'ün göğüslerini açtığı sahnede polisin gelmesi ve o sırada Sam'ın taktikten bahsediyor olması güzeldi. Polisin göğüslere bakakalmış olması da hoştu, adamlar rahat, Türkiye'de böyle bir şey yapmaya kalksan polisin vereceği tepki çok daha antipatik olurdu. Gustavo kıldı baya, Jim de beni pek eğlendirmedi, ve şarap yarışmasını düzenleyen adamlar da. Bo ve babasının boks maçları güzeldi ama. Ve manzaralar harikaydı, arasıra geniş açıya geçen kamera beni çok mutlu ediyordu, keşke bütün film geniş açıyla geçse diyip durdum içimden..
Gustavo Brambila: You people, you think you can just buy your way into this. You cannot do it that way.
Jim Barrett: Alright...
Gustavo Brambila: You have to have it in your blood, you have to grow up with the soil underneath your nails, the smell of the grapes in the air that you breathe. The cultivation of the vine was an art form. The refinement of the vine is a religion that requires pain and desire and sacrifice.
Paris denen yerin, daha doğrusu "somewhere outside Paris" denen yer, California olduğu çok belliydi=)) Zaten film lokasyonu da Sonoma, California'daki Buena Vista Vinyards'dı.
Filmde inandırıcılığın az olduğu sahneler var. Bardaki insanların gerçekten de bartender'in dürüst olduğuna inanması çok mümkün gelmiyor bana. Jim'in hukuk bürosuna iş için hemen geri dönmesi acele bir karar gibi, ayrıca, şarabın normale döndüğü haberini alınca bürodaki hareketleri de çok gerçekçi gelmedi bana. Tamam, loser olmadığını kanıtlamaya çalışan bir adam, ama gerçekçi bir tepki değildi. Filmdeki kadınların da erkek isminde olması ilginç bir ayrıntı!! Sam ve Joe.. Ayrıca, Bo'nun peruğu da birçok insan için antipatik geldi.
Şarapçılık ile ilgili diğer filmler: Sideways, A walk in the clouds, This earth is mine.
Ama aslında ben bu filmi iki filme benzettim sıcaklığı açısından; Little Miss Sun Shine ve Choke. Bu film de diğer 2 film gibi biraz dramatik, biraz eğlenceli ama çok sıcak ve filmdeki karakterlerle o bağı kurabildim filmde. Belki de yorum için çok optimist olacak ama ben bu filmi çok sevdim.